TARİHÇESİ
Kastamonu’nun, arkeolojik bazı kazı ve yüzey araştırmaları sonucunda Paleolitik dönemden günümüze kadar kesintisiz bir kronolojiye sahip olduğu görülür. Anadolu arkeolojisi içerisinde bölge üzerine pek araştırma olmaması nedeniyle Kastamonu üzerine bilgiler de özellikle erken dönemler için çok yetersizdir. Kısıtlı sayıdaki yüzey araştırması ve kazı çalışmasına bakarak elde edilen veriler ise bölge arkeolojisinin Anadolu tarihi açısından yine de önemli olduğunu vurgular. Yapılan araştırmalar bölgenin Paleolitik dönemle birlikte neolitik, kalkolitik ve erken tunç dönemlerine kadar kesintisiz bir yerleşime sahne olduğunu gösterir. Son yıllarda Cide ve Şenpazar ilçelerinde yapılan arkeolojik yüzey araştırmalarında bölgenin Epipaleolitik Dönemde de yerleşim gördüğü ele geçen bulgularla belirlenmiştir.
Bölgemize dair tarihsel bulgular Orta Tunç Döneminde daha da
aydınlanmaya başlar. MÖ. II. Bin Anadolu tarihi coğrafyasına bakıldığında
Kastamonu ve çevresinde Pala ve Tummana adı verilen kavimlerin yerleşik olduğu
görülür. Bu topluluklardan Pala Kültürünün kullandığı dile Palaca adı
verilirken, çivi yazısı formatındaki yazılarını içeren çok az sayıda kil
tablete de Hitit kazılarında rastlanmıştır. Büyük ihtimalle Transkafkasya
kökenli olan bu kavimler yakın akrabaları olan Hititler ve Luwiler ile aynı
çağlarda Anadolu’ya gelmiş ve bu bölgeye yerleştikleri düşünülmektedir.
MÖ II. Binin sonlarında bölgedeki kültürel yapı
Kastamonu’nun Devrekâni ilçesi sınırlarındaki Kınık kazıları ile ortaya
konmuştur. Bu kazılardan elde edilen gümüş sanat eserleri klasik Hitit
sanatının özelliklerini yansıtırken, kazılarda bulunan diğer arkeolojik
buluntular da bölgenin Erken Tunç (MÖ. 3000) döneminden itibaren iskân
edildiğini gösterir.
Kınık kazıları, Hitit kültürünün somut kanıtlarını
Kastamonu’da ortaya koyarken bir yandan da bu kazılarda bulunan özel bir metal
kap sayesinde de önemini ortaya koydu. Taprammi Çanağı adı verilen üzerinde
kabartma şeklinde av sahneleri bulunan kap, ismini üzerindeki Hitit
hiyeroglifleri ile yazılmış “Taprammi” kelimesinden alır. Bu kelime bir isim
olmakla beraber, bu ismin Hitit’in başkenti Hattuşa’da çok önemli bir tüccara
ait olduğu da vakit geçmeden belirlendi.
MÖ. 1200’lü yılların sonlarına doğru Hitit Devleti
yıkılırken Anadolu, özellikle Balkanlar’dan gelen Trak Kavimlerinin tarafından
istila edilmişti. Bu Trak kabilelerinden olan ve özellikle Eskişehir Afyon
dolaylarında hâkimiyeti bilinen Frigler Kastamonu bölgesinde de siyasal bir güç
olmayı başarmışlardı. M.Ö. 7. Yy’da Kimmer istilasına maruz kalan bölge, daha
sonra Lydia kralı Alyettes’in Kimmer tehlikesini ortadan kaldırması ile kral
Kroissos döneminde ( MÖ. 561-546 ), Lydia egemenliğine girmiştir. MÖ. 546
yılından itibaren ise bölgede Pers hâkimiyeti başlar.
M.Ö. I. Bin olarak anılan çağla birlikte Kastamonu Bölgesi
Paphlagonia olarak adlandırılır. Bu bölgenin halkı açık olmamakla birlikte
batıdan yani Balkanlar’dan gelmiş bir Thrak boyunun uzantısı olduğu
düşünülebilir. Antik tarihçilerden Ksenphon, Paphlagonia bölgesinde“Kotys” adlı
bir liderden söz eder ki, bu isime Thrakialılar arasında sık rastlanır. Ancak,
Thrak göçlerinden etkilense bile bölge, halkının önemli bir bölümünün bu
bölgede MÖ. II. Binyılda yaşadığı bilinen Palaların devamının olması daha da
mümkün görünmektedir.
Yazılı kaynaklarda Paphlagonia Bölgesinden ilk bahsedilen
yer ünlü ozan Homeros’un Troya Savaşını anlattığı İlyada adlı eseridir. Homeros
bu eserinde Paphlagonialıları Pylamenes ve oğlu Harpalion önderliğinde Akhalara
karşı Troyalıların saflarında savaşan onurlu bir halk olarak gösterir.
Anadolu’da başlayan Pers hâkimiyeti ile Papahlagonia Phrygia
satraplığına bağlanmıştır. Aynı yıllarda yani M.Ö. 6. yy’da bölgenin kıyı
kesimleri Ionia Bölgesi şehri olan Miletos tarafından kolonize edilmeye
başlamıştır. M.Ö. 333 yılına gelindiğinde Büyük İskender yönetimi altına giren
bölgede M.Ö. 298 yılında Ktistes Mitridates tarafından Pontus Devleti
kurulmuştur.
Bölge MÖ 1. yy’da Romalı General Gnaeus Pompeus Magnus
tarafından Roma İmparatorluğuna dâhil edilmiş ve uzun yıllar boyunca Roma
hâkimiyetinde kalmıştır. Bölgede daha sonra Bizans hâkimiyeti MS 1211 yılına
kadar devam etmiş, bu tarihten sonra da bölgede Türk-İslam egemenliği altına
girmiştir.
Antik dönemin başlarında “Paphlagonia” olarak adlandırılan
Kastamonu ve bölgesinde M.Ö. 65-64 yıllarından itibaren Roma hâkimiyeti
yaşanmaya başlar. Roma bölgenin kültür dokusuna nüfuz edemese de kendini
bölgenin metropolisi yani başkentliğini de yapan Taşköprü’deki antik Pompeiopolis
kentinde gösterir.
Bu antik kent M.Ö. 64 yılında kurulmakla birlikte en güçlü
zamanını Roma İmparatoru Marcus Aurelius’un damadı olan Klaudius Severus’un
valilik yaptığı dönemde (M.S II. yy) yaşamaya başlar. Bu yöneticiyle birlikte
Pompeiopolis başkent konumuna yükselir. Kent, Paphlagonia Bölgesinde
“Metropolis Sebaste” yani Paphlagonia’nın ana ve kutsal şehri konumunda
anılmaya başlar.
M.S. 150–300 yılları arasında başkentliği devam eden kentin
M.S. 325’ler itibariyle piskoposluk olarak temsil etmesi bölgede
Hıristiyanlığın yayılmaya başladığını göstermektedir. M.S 536–553 yıllarında
başpiskoposluğa yükselen kent M.S 13. yy’a kadar piskoposluk listelerinde var
olmaya devam etti.
Pompeiopolis antik kentinde 2006 yılında bu yana Kastamonu
Üniversitesi’nden Prof. Dr. Latife Summerer başkanlığındaki uluslararası bir
ekip tarafından arkeolojik kazı çalışmaları sürdürülmektedir. Antik kentin ana
yapısının belirlenmesine yönelik yapılan kazı çalışmaları kentin fiziksel
yapısını ortaya çıkarmaya başladı.
Kastamonu ismine ilişkin bilimsel bir etimolojik çalışma
yapılmamıştır. Kentin ismine dair birkaç farklı görüş olsa da günümüzde Bizans
Döneminde bölgede hüküm süren Komnen Sülalesine atfen bulunan isimlendirme akla
yakın gelmektedir. Bu isimlendirme kökeni ise Komnenlerin Kalesi anlamına gelen
Kastra-Komnen olmasına karşın aynı sülale dönemi yazılı kayıtlarında Kastamonu,
Castamon olarak görülür.
M.S. 11–12 yüzyılda Bizans İmparatorluk ailelerinden
Komnenoiler’e ait tahkimatlı bir yerleşim olarak karşımıza çıkan kent, 1084
yılı ile itibariyle Emir Kara Tigin Bey komutasındaki Türklerin eline geçer. Bu
tarih ile Türklerle tanışan Kastamonu, 1211 yılına kadar Bizans ve Türklerin
arasında sürekli el değiştirir.
1084 yılında Türklerle tanışan Kastamonu, Bizans ve Türkler
arasında uzun yıllar boyunca el değiştirdi.1180 tarihi sonrasında bölgeye
sıklaşan Türk akınları vardır. Bu akınlar sonrasına Kastamonu, 1211–1212
tarihlerinde Anadolu Selçuklu Devletine bağlı Emir Hüsameddin Çoban Bey
tarafından kati suretle Türklerin eline geçmiştir.
Hüsameddin Çoban Bey, I. Keykavus döneminde (1211–1219)
Melik ülumera (Beylerbeyi) unvanı taşıyordu. Çoban Bey, I. Alaeddin Keykubad’ın
tahta çıkışında (1219) Konya’ya giderek bağlılığını bildirmesi sonucu I.
Alaeddin Keykubad da onun beylik belgesini yenilemişti. Yöredeki geniş Türkmen
kitleleriyle birlikte Çoban Bey, bir uç beyi olarak, Bizanslarla sürekli
savaştı ve 1223’te Kırım’a yapılan sefere de katıldı. Bu tarihten sonra
kaynaklarda adına rastlanmayan Çoban Beyin öldüğü yer ve zaman bilinmemektedir.
Yerine geçen oğlu Hüsameddin Alp Yürek’in de yaşamı ve beylik süresi üstüne bir
şey bilinmiyor. Onun dönemi üstüne bilgilerimizin yokluğu, 1243 ten sonra
Anadolu Selçukluları’nın Moğol egemenliğine girmesiyle de ilgilidir. Nitekim
1258 tarihli bir belgeden yöre gelirinin Vezir Tuğrayi’ye verildiği
anlaşılmaktadır.
1211-1212 tarihi ile birlikte Kayı Boyundan olan Emir
Hüsameddin Çoban Bey tarafından bölge tamamen Türk hâkimiyetine geçirilir ve
böylece Kastamonu’da Çobanoğulları Beyliği kurulur. Yaklaşık olarak 1295’li
yıllara kadar hüküm süren bu beylikten sonra, Eflâni tımarına bağlı Şemseddin
Yaman Candar tarafından yine Kastamonu merkezli Candaroğulları Beyliği kurulur.
Bu dönemde kent bir ilim ve sanat merkezi haline gelerek, dönem Türk-İslam
dünyası içerisinde saygın bir konuma yükselir.
Eflâni tımarına bağlı Şemseddin Yaman Candar tarafından
kurulan beylik, Kastamonu’yu sınırlarına 1309 yılında I. Süleyman Paşa
döneminde katar. Daha sonra merkezini Kastamonu’ya taşıyan beylik, dönem Türk
İslam dünyası içerisinde bir ilim ve sanat merkezi olarak bilinir. II. Süleyman
Paşa (1385–1392) döneminde Osmanlı Devleti ile yakın ilişkilerde bulunan
beylik, I. Kosova Savaşında Osmanlı’ya yardım etmesine karşın belli bir süre
sonra I. Murad Döneminde kendi topraklarında Osmanlı istilasına uğrar. Halkın
Süleyman Paşa tarafına isyan etmesi ile tekrar beyliğe katılan Kastamonu, 1461
tarihinde Fatih Sultan Mehmed tarafından Osmanlı Devleti sınırlarına katılarak
önemli bir sancak haline getirilmiştir.
Candaroğulları Beyliği, son beyi İsmail Bey zamanında en
güçlü dönemini yaşamıştır. Bu dönemde İstanbul’un fethinde Fatih Sultan
Mehmed’e destek veren beylik, dönemin kültür hayatında Niksarlı Muhyiddin gibi öne çıkan isimleri de
Kastamonu,’da uzun yıllar misafir etmiştir. İsmail Bey aynı zamanda bugün bile
önemini koruyan Hulviyyat adlı fıkıh kitabını da kaleme almıştır.
Osmanlı imparatorluğu döneminde, idari taksimat bakımından,
geçmişten gelen bir yönetim merkezi olma özelliğini sürdüren Kastamonu Sancağı,
doğuda Samsun, batıda İzmit, güneyde Kalecik ve kuzeydeki doğal sınırı olan
Karadeniz sahili ile imparatorluğun geniş bir eyaleti olarak, cumhuriyete kadar
bir idari merkez konumunu sürdürmüştür. Osmanlı İmparatorluğu Döneminden Fatih
Sultan Mehmed Han’ın kardeşi Cem Sultan yaklaşık 4 yıl kadar Kastamonu Valiliği
görevinden bulunur. Bir kültür merkezi olma özelliğini bu dönemde de sürdüren
Kastamonu’da; Osmanlı Bilim Dünyasının yön verici ailelerinden olan
Taşköprüzadeler gibi çok önemli bir bilim ailesinin de çıktığı yerdir.
Cumhuriyetin ilanı ile birlikte yapılan yeni değişikliklerle
Kastamonu 12 ilçesiyle birlikte, bir il olma özelliğini korumuştur.
Milli Mücadele Yıllarında Kastamonu
Kastamonu, Türk İstiklâl Savaşı sırasında en çok şehit veren
illerden biri olmanın yanı sıra, ordunun silâh, cephane ihtiyacının
nakledildiği İstanbul-İnebolu-Ankara güzergâhının güvenliğini de sağlamıştır.
Çanakkale Savaşları ile birlikte Milli Mücadele’de de çok önemli rol oynayan
Kastamonu, bu savaşın kazanılmasında önemli bir etken olan İnebolu-Ankara
lojistik hattında, İnebolu mavnacılarından başlayarak, kağnı kollarını çeken
Şerife Bacılar, Halime Çavuşlar, Necibe Nineler ve 10 Aralık 1919 tarihinde
Anadolu’nun ilk kadınlar mitingini yapan kadınlarına kadar anıtsallaşan
isimlere ve efsaneleşen olaylara da imza atmıştır. Kastamonu, İstiklâl
Savaşında işgal altında kalmadı ancak işgal edilen vatan topraklarındaki
yurttaşlarımızın acılarını paylaştı. Daima Millî Mücadele'nin destekçisi oldu.
Ordunun lojistik ihtiyaçlarını karşıladı. Diğer yandan, Ankara (2045) ve Konya
(2316) ile birlikte en çok şehit ve gazi veren ilimiz olma şerefine de kavuştu.
Kastamonulu 1988 şehidin anısını yaşatmak amacıyla 1983 yılında bir şehitler
anıtı yaptırıldı. Türkiye’de bir ilk ve tek olarak T.B.M.M. tarafından 9 Nisan
1924 tarihinde İnebolu ilçemiz Mavnacılar Loncasına verilmiş olan Beyaz Şeritli
İstiklal Madalyası ve Vesikası’da Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ilimize vermiş
olduğu yüksek onurlardan bir diğeridir.